Türkiye kar ve soğukla boğuşurken ben dünyanın diğer ucuna, Patagonya’ya kaçtım. Bunaltıcı sıcakta, zirvesinden dumanlar tüten volkanların, derinliği bilenmeyen göllerin, yağmur ormanlarının, uçsuz bucaksız pampaların, buzulların arasında dolaştım durdum. Bu haftadan itibaren bu yolculukta gördüklerimi, yediklerimi, içtiklerimi ve hissettiklerimi sizlere anlatmaya çalışacağım.
Bu sefer dünyanın diğer ucuna gidiyordum. İstanbul, Frankfurt, Buenos Aires, Santiago... Havaalanlarındaki beklemelerle birlikte 30 saate yaklaşan bir yolculuk. Dünyanın diğer ucuna gitmeye karar verdiğimde bu uzun, yorucu yolculuğu göze almıştım zaten. Uçakların daracık koltuklarına, hosteslerin atarcasına verdikleri lezzetsiz yemeklere, üçüncü sınıf şaraplara rağmen gıkım çıkmamıştı. Tevekkülümü biraz da Charles Darwin’e borçluydum galiba. Yanıma, onun Beagle gemisiyle yaptığı yolculuğu anlatan kitabı almıştım. Ünlü doğa bilimcisi, benim gitmek istediğim yerlere 180 yıl önce gitmişti. İngiltere’nin Playmouth limanından 27 metrelik, iki direkli, 74 kişinin sıkış tepiş sığdığı bir gemiye binmişti. Bu gemiyle okyanusları aşmış, fırtınalarla boğuşmuş, dünyanın o zamanlar hiç bilinmeyen köşelerinde beş yıl dolaşmıştı. Bu zorlu yolculuğu okudukça, uçaktaki olumsuzlukları görmezden geliyordum. Hatta o yıllarda gezgin olmadığıma şükrediyordum